21 Ekim 2012 Pazar

Bisikletim 3000 km oldu :)

Temmuz'da Karadeniz turundan döndüğümde bisikletim 2812 km.de idi. 1 haftada 800 km yapmıştık ama o zamandan beri 3 ayda 200 km binememişim bile bisiklete. Geçen pazar günü bir arkadaşla Kızıliniş'e çıktık, döndüğümde 3000'i bulmuşumdur diye düşünüyordum ama 2996'da kalmış. Dün sabah merkezden para çekmek, otobüs bilet almak vs için kısa bir tur yaptım ve sonunda bisikletim 3000 km. yi gördü.


10 Eylül 2012 Pazartesi

Olimpos

Geçen hafta okullar açılmadan önceki son haftayı değerlendirmek için Olimpos'a gittik. Daha önce adını, ağaç evleri falan çok duymuştum ama gitmek bu zamana kısmetmiş. Maalesef pek fotoğraf çekmedim, yanımda fotoğraf makinesi bile götürmemiştim. Cep telefonu ile çekilmiş tek tük foto var elimde.

Doğası hakkında zaten söylenecek söz yok, mükemmel. Tarihi kalıntılar da görsel olarak güzel ama vakit ayırıp gezecek kadar ilgimi çekmiyor genellikle.



Plaja ulaşmak için antik kentten geçmek gerekiyor, antik kente giriş de paralı, ya müze kart çıkartmak gerekiyor ya da müze kart çıkarmayıp da plajı kullanmak isteyenler için 10 giriş 7,5 TL'ye plaj kart veriyorlar. Denizi benim hoşuma gitti, temiz ve de dalgasız, çabuk derinleşiyor ve soğuk, ama plajı kum değil, taşlık. Denize derenin karıştığı noktada denizde yer yer buz gibi su hissediliyor. Plajın hemen dibinde derenin bir tarafında kayalık, diğer tarafında da çalılıklar gölgelik sağlıyor. Bizim olduğumuz gecelerde ay dolunaya yakındı, geceleri plaj yakamozla çok güzel oluyor, alkolünü alıp gelen epey insan oluyor. Gece belli bir saatten sonra jandarma gelip plajdan çıkılması için uyarıyor, çıkmazsanız Olimpos tarafını kapattıkları için Çıralı tarafından çıkmak gerekiyormuş. Bir gece bu yüzden Adrasan'a gittik, plajda oturduk ama soğuktu hava epey, fazla kalmadan geri döndük.

Olimpos'ta adı en çok bilinen mekan olan Kadirin ağaç evlerinde kaldık. Geceliği kişi başı 50 TL, sabah kahvaltısı ve akşam yemeği dahil. Biraz derme çatma görüntüsü var, evler yine de güzel, duş ve ekstra ücretle klima imkanı var. Ama konfor arayanlar için değil. Ağaç tepelerinde olan evler olduğu gibi, yere ağaçtan inşa edilmiş evler de var. Bizim kaldığımız 2 katlı, her katta 4 odası olan bir evdi, yandakilerin konuşmaları hatta fısıltıları, üsttekilerin attıkları her adım duyuluyor, ama sonuçta böyle bir ortamda olduğunuzdan dert etmiyorsunuz pek. Dışarıda tavuklar hozorlar dolanıyor, daha güneş doğmadan ötmeye başlıyorlar. Kadirin ağaç evlerinden sahile kadar giden yaklaşık 2 km.lik yol boyunca daha pek çok ağaç ev, restoran, çay bahçesi, nargile cafe, market tarzı yerler var. Neyse ki tesislerin hiçbirisi beton değil, hepsi doğayla uyumlu görünüyordu. Açıkçası gelecek yıllarda gelirsem diğer ağaç evleri de denemek isterim.

Son gün bir de Patara plajına gittik, kumu güzel gerçekten ama deniz çok dalgalıydı, neredeyse sörf yapılacak dalga vardı, ona rağmen denizde keyifli vakit geçirdik. Patara'ya da giriş aynı şekilde ücretli, plaja araçla ulaşana kadar tarihi kalıntılar vardı ama uzaktan fotosunu çekmek dışından durmadık.


Kaş'a geri dönerken, yolda Kaputaş'ta durduk, giderken de yukarıdan bakmıştık ama aşağıya inince Patara'ya gittiğimize pişman olduk. Daha önce de bu yoldan geçişlerimde levhasını görmüştüm ama hiç durmamıştım. Tam bir virajda bir köprü var, dik kayalıkların bir tarafından dik merdivenler iniyor plaja. Yolda sağlı sollu arabalar durmuş oluyor zaten.





Kaputaş'ta sadece ayaklarımızı denize sokup Kaş'a geçtik.


Kaş'a daha önce de gelmiştim. Aslında epey kalabalık ama yine de sakin bir havası var.



Kaş'ta deniz kenarında balık yeyip akşamı edip biraz sokaklarında dolaştıktan sonra gece tekrar Olimpos'a döndük.

Asıl olay şu ki fırsat bulursam önümüzdeki sene, yoksa sonraki senelerde mutlaka, bu bölgedeki kahverengi tabelaların tamamını içeren bir gezi yapmayı düşünüyorum, büyük ihtimalle bisiklet, bir ihtimal arabayla.

26 Ağustos 2012 Pazar

Brooks B17 Standart sele

Karadeniz turuna çıkana kadar böyle bir sele olduğundan haberim yoktu, yolda gerek Tamer'in bahisleri, gerekse karşılaştığımız neredeyse tüm dünya turuna çıkanların bu seleyi kullanması dönüşte biraz araştırma yapmaya itti beni de.

Bu konudaki bu mesaj ve devamındaki Brooks ile ilgili bilgiler  ve burada yapılan değerlendirme seleyi almak için beni yeterince tatmin etti. Özetle köseleden yapılmış özel bir sele, bisikleti sürdükçe sele poponuzun şeklini alıyor ve bir süre sonra size özel bir sele haline geliyor. Kullanımla kişiye özel hale geldiğinden 2. eli yokmuş bu selelerin :)

Türkiye'de bulmak zor, satan bir yer var ama orası da yurtdışına göre daha pahalı. Ben de hem pahalı olmasından hem de ileride yapacağım yurtdışı  bisiklet parçası alışverişleri için tecrübe olması açısından buradan siparişimi verdim. Ertesi gün gönderildi bilgisi geldi. Normalde 1 haftada geliyormuş ama araya bayram tatilinin girmesinden dolayı 11 günde geldi. Bir de kargo şeklinde değil de adi posta şeklinde geldi.


Kutunun içinden sele dışında sanırım Brooks'un yayını olan bir gazete bir de katalog çıktı.





Selenin altındaki zarfın içinden garanti şartları, selenin bakımı ve nasıl kullanılacağına ilişkin bilgilerin yazılı oluğu bir kağıt çıkıyor.


Sele bir süre sonra şekil değiştirmesiyle beraber kendini biraz bırakıyormuş, bu anahtarla öndeki vidayı sıkarak selenin gerginliği ayarlanıyormuş.


Kullanma kılavuzundan ve daha önceki okuduklarımdan selenin uç kısmı hafif yukarı bakacak şekilde monte edilmesi gerektiğini öğrenmiştim. Asıl ağırlığı selenin arka kısmının taşıması gerekiyormuş, düz ya da öne eğimli monte edilirse deri de kaygan olduğundan öne doğru kayma durumu yaşanıyormuş. Ben de söylenen şekilde monte ettim.





Ertesi gün deneyince ön kısmı biraz fazla kaldırmışım gibi geldi, biraz indirip ideal ayarı buldum sanırım. Akşam bisikletçi İsmail abiye uğradım, selemi de gösterdim. Meğer İsmail abide Brooks taklidi Tayvan malı kösele sele varmış, hem de Brooks'un üst modellerine benzer, altı yaylı, oturma alanı daha geniş. Fiyatı da 30 TL imiş :( Neyse yaklaşık 5 katına gelmiş olsa da ben de Brooks selem var diye avuttum kendimi :)

5 Ağustos 2012 Pazar

Batum - Samsun Turu 7. gün: Fatsa - Samsun

Bugün turun son günü, rahatız diye düşünüyoruz hem de, nasıl olsa Samsun'a kadar düz yol.

Sabah 6 gibi kalkıp hafiften toparlanmaya başladım, Tamer'e seslendim bir ara. Toparlanırken istasyondaki görevliyle kısa muhabbetler, en son güneş kremi sürüyoruz, aklımız sonradan başımıza geliyor, dünkü yanıkların üstüne pek faydası olmayacak ama yine de koruduğu kadar korusun diyoruz. O sırada görevli karşıdan giden iki bisikletliyi gösteriyor. Frank ve Martje, sesleniyoruz, duruyorlar. Bizi gördüklerine şaşırıyorlar, normalde 1 gün gerilerinde olmamız gerekir. O gün Sümela'ya çıkmaktan vazgeçtiğimizi söylüyorum, birlikte pedallamaya başlıyoruz.



Ünye'den önce yol üstünde bir bakkaldan kahvaltılık bir şeyler alıyoruz, hemen yanında da fırın var, fırından da ekmek alıyoruz. Mekanın önünde masa ve tabureler var, isterseniz burayı kullanabilirsiniz diyorlar, orada yapıyoruz kahvaltımızı. Sonra yola devam. Ünye tabelası


Ünye'de hiç durmadan devam ediyoruz.




Ünye'nin çıkışında karşıda bir bisikletli seslendi. Durup karşıya geçtik, Amerikalı bir kadın, kocasıyla birlikte turdalarmış. Samsun'da bir Amerikalı'nın evinde 10 gün kalmışlar, sonrasında tekrar tura adapte olmanın zorluğundan bahsediyordu. Kocası biraz gerideymiş onu bekliyordu. 15 dk. kadar beklememize rağmen adam gelmedi, Frank isterseniz siz beklemeyin, biz yolda size yetişiriz dedi, biz karşıya geçtik. Frankler de umudu kesmiş olmalılar ki geldiler ama tam o sırada adam geldi, Franklar biz bir merhaba diyelim diyerek tekrar geçtiler biz yola devam ettik.



Terme tabelası


Tur boyunca bir kaç defa leylek yuvası ve yuvada leylek gördük ama hiç havada görmedim ben bu sene. Havada görmeden bu kadar dolaştıysam görsem dünya turuna çıkarım heralde.


Bugünkü yolu küçümsedik biraz ama güneşin yakıcılığı, dünkü üşütmeden dolayı biraz halsizlik derken ortalama hızımız yerlerde sürünüyor. Çarşamba civarıda yolun karşısında bir karpuzcu görüyoruz, hemen geçip orta boy bir karpuz bakıyoruz, ama karpuzların hepsi büyük, karpuzcu abi bakıp orta boy bir şey buluyor, o sırada bir zil sesi ile yola bakıyoruz, Frank ve Martje bizim bisikletleri görüp durmuşlar, görmeseler pas geçecekler, Samsun'da buluşuruz ancak. Bu arada yolda giderken çok dikkatliler, nerde ne var hemen görüyorlar. Uzun süredir yolda olmanın getirdiği bir şey sanırım. Hemen gelin diyoruz.


Karpuzcu abinin de arka tarafta bir kanepesi varmış, geçin diyor, geçiyoruz oraya. Karpuzu bir tepside getirip kesiyor, bir de dolaptan soğuk kavun çıkarıp kesiyor bu da benden diye. Öğlen sıcağında harika geliyor. Martje o sırada televizyonda bir Türk dizisine dalıyor, Türkçe bilmese de dizinin konusunu anlıyor genel olarak.


Kavun karpuz ortalama hızımızı yükseltiyor, Franklara yetişmekte zorlanıyorduk, şimdi onların temposunda ilerliyoruz, rüzgarlarından da faydalanıyoruz tabiki.



Eh, pek bir şey kalmamış.


Samsun'a 20 km. kala garip bir evin bahçesinde mola veriyoruz. Garip 2 bank var keresteden yapılma. Ev de banklar da normal boyutlarda değil. Ya burada yaşayanlar normalden fazla uzun, ya da ergonomiden haberleri yok diyoruz. Biz fındık, üzüm atıştırırken, Frank ekmeğe çikolatayı sürüp götürüyor. Sonra 15 dk. kadar uzanıyor banka. Biz de biraz dinlendikten sonra yola devam ediyoruz.


Ve nihayet Samsun'a geliyoruz. Benim bisikletimi tripod yapıp son tabela fotoğrafımızı da çekiniyoruz.


Sonrasında Samsun'un içine doğru girince Tamer bizi sahil yolundan Yılmaz'larla buluşacağımız yere doğru götürüyor. Biraz bekledikten sonra Yılmaz, Samet ve Egemen geliyorlar. Onlar da 5 Ağustos'ta Samsun'dan başlayıp Batum'a kadar gidecekler.


Bir mekana oturup bir şeyler içiyoruz önce, orada bu gece Tamer'in evde kalmaya karar veriyoruz, Frank ve Martje de, önce eve geçip duş alalım, biraz dinlenelim, oradan akşam yemeğine çıkarız diyoruz. Akşam bir de gösteri gibi bir şey varmış açık havada, duruma göre de ona bakarız diyoruz. Tamer ve Yılmaz önde basıyoruz pedallara.

Atakum sahil'den eve doğru geçerken iki İsviçre'li bisikletçiye rastlıyoruz, Thomas ve Daniel. Onlar da İsviçre'den başlayıp gelmişler, Gürcistan'a geçmeyi düşünüyorlarmış. İstanbul'dan Samsun'a 7 günde gelmişler.




Dünya turcuları kendi aralarında muhabbet ediyolar ayak üstü. Frank ve Martje Samsun'dan sonra İstanbul'a devam edecekler ama Batı Karadeniz sahil yolu ile aşağı yol (Merzifon, Bolu) arasında kararsızlar, Thomas ve Daniel'e danışıyorlar. Bize de sorduklarında aynı şeyi dedik. Hızlı gitmek istiyorsanız aşağı yol, deniz kenarında daha çok manzara görerek gitmek istiyorsanız sahil yolu, ama sahil yolu çok iniş çıkışlı ve virajlıdır diye.

Thomas ve Daniel'de Atakum'da couchsurfing'den buldukları birinde kalacaklarmış, adresi gösteriyorlar, bir süre onlarla pedallıyoruz, sonra Yılmaz İsviçrelileri götürmek için ayrılıyor, akşam görüşmek üzere sözleşiyoruz. Biz de Tamer'in eve devam ediyoruz. Duş faslından sonra dışarı çıkıyoruz, kebap ya da pide olabilir diyorlar yemek için, bir mekanda yemek yedikten sonra Atakum'daki etkinlik yerine gidiyoruz. Tamer bir arkadaşıyla görüşmek üzere bizden ayrılıyor, sonra haberleşiriz diyoruz.

Biz etkinliğin olduğu yere geliyoruz. Ramazan münasebetiyle yapılan bir şeymiş, faslı şahane diye, ramazana özgü ilahi vs. şeylerle operayı birleştirmişler sanırım. Önünde Samsun'daki bisikletliler de toplanmışlardı.


Franklar da Thomaslar da burda bira var mıdır diyorlar, yoktur diyoruz, Thomas iyi ben biranın ucuz olduğu bir yer öğrendim diyor, yürüyerek Olimpiyat diye bir mekana gidiyoruz. Sonradan Tamer ve arkadaşı da geliyor, bizim için de turun kutlaması oluyor böylece.


Son gün olduğundan ve turu bitirmiş olmanın heyecanı, mutluluğu vs. olduğundan km. verilerini kaydetmemişim, ama yapılan toplam km. turun başında 2012 idi, tur sonunda 2822.

Tur boyunca toplam km: 810
7. gün yapılan km: 125


7. günün haritası


İlk uzun süreli turumuzda 7 günde 800 km. yaptık, 1 haftada doğu Karadeniz'i geçtik, üstelik Ayder ve Uzungöl'e çıkarak. Dünya turu yapanlarla tanıştık, tecrübemiz arttı. Daha uzun süreli ve kilometreli turlar için kendime güvenim geldi. Ekipmanın önemini anladım, 7 günlük turun bile ekipmanlar ve insan bedeni üzerindeki yıpratıcı etkisini gördüm. Eldivenler, t-shirtler terden leş gibi oldu mesela, üst kısımları terin buharlaşmasından tuz oldu tamamen, elcikler 1 yılda yıpranmadığı kadar yıprandı. Daha uzun bir turda ekipmanların daha iyi olmasına, yedeklerinin olmasına, terleme sonrası kıyafet değişimi gibi hususlara daha dikkat etmek gerektiğini gördüm, yoksa insan çok kolay hasta olabiliyor.

Dünya turuna çıkanların hemen hemen hepsinde sabit maşa, v fren, Brooks sele, Schwalbe Marathon Plus lastikler gördük. Bunlar önemli demek ki, biz de açıkçası turun %95'inde maşayı kilitli kullandık, sabit maşa daha iyi bir tercih olabilir. Hidrolik frenlerimden çok memnunum, frenleme, dozajlama çok iyi, tek parmakla bile idare edilebiliyor ama başına bir şey gelse tur esnasında tamiri imkansız, daha uzun süreli bir tur için kesinlikle v frenli bir bisiklet gerektiğini düşünüyorum. Yani uzun veya orta vadede daha uzun bir tura çıkmadan önce bisikletimi ve/veya bazı komponentlerini değiştirsem iyi olacak.

Batum - Samsun Turu 6. gün: Tirebolu - Fatsa

Tirebolu plajını çok sevdiğimden, mekan da güven verdiğinden gece etrafta epey ses duysam da güzel uyuyorum. Gece plaja gençler doluştu sanırım, kızlı erkekli sesler kahkahalar geldi gece boyunca sahur vaktine kadar, ama rahatsız edici değildi. Sabah ezanından önce bir top patlıyor, bütün martılar çığlık atarak uçmaya başlıyorlar, fena bağırıyorlar, uzunca bir süre de onları dinliyorum yarı uykulu halde. sabah 5'e kurmuştuk saatleri, 5'te kalkıyoruz. Toparlanma falan plajdan çıkışımız 6:30'u buluyor.

 



Espiye tabelası





Sabah serinliğinde epey yol aldık, yaklaşık 1,5 saat sonra Yolağzı diye bir yerin girişinde, yolun kenarında kahvaltı molası veriyoruz.




Yaklaşık yarım saat de kahvaltı için oyalandıktan sonra 8:30 gibi yola devam ediyoruz.





Keşap







9:30 gibi Giresun'daydık. Giresun'un karşısındaki ada Giresun adasıymış. Bu yoldan arabayla geçişlerimde hiç dikkatimi çekmemişti.




Giresun tabelası önünde de pozumuzu veriyoruz.


Giresun çıkışında sağda bir Opet var, bu yoldan nerdeyse her geçişimde durmuşumdur, soğuk içecek takviyesi ve ufak bir paket fındık alıyoruz, daha önceden de almıştım, fındığından mıdır, kavrulmasından mıdır, harika bir tadı var. Yola çıkıp daha 5 dk. gitmeden Tamer bisikletten bir ses geliyor, baksana diyor, bakıyorum arka lastik inmiş tamamen. Hemen yol kenarında bir gölgeye çekiyoruz. Yükleri indirip, bisikleti ters çevirip tekeri söküyoruz. Yama ile uğraşmayalım diye yeni iç lastik taktık, lastiğe iğne, tel gibi baya sivri bir cisim girmiş, cımbızla çıkartıyoruz. Tüm yol boyunca tek patlağımız bu oluyor. Pompayla idare edecek kadar hava basıp ilk benzincide havayı tamamlıyoruz.



Bulancak




Sahil boyunca martılar sıralanmışlar.



Piraziz


Sıcağın altında epey bir yol aldıktan sonra 1:30 gibi Ordu tabelasını görüyoruz nihayet.



Merkeze doğru devam edip teleferiğin orada bir mekanda armut koltuklara yayılıyoruz. Önce bir soda-ayran,


Sonrasında çıkmadan bir şeyler yiyelim diyoruz, Ramazan olduğundan çok çeşit yok deyip tost hamburger vs. sayıyor eleman, buna da şükür deyip tost söylüyoruz.


Mekanda 1 saatten biraz fazla vakit kaybettikten sonra 3:10 gibi yola devam ediyoruz. Ordunun çıkışından itibaren tırmanış başlıyor.



Yol ikiye ayrılıyor, yeni yol içeriden gidiyor ve tüneller var, diğer yol sahilden gidiyor, virajlı ve iniş çıkışlı. Biz özellikle 4 km.lik tünelden de geçmek için yeni yolu tercih ediyoruz. Tünellere gelene kadar heralde güneş altındaki en çileli sürüşümüz gerçekleşiyor. Hem rampa hem yakıcı güneş. Aptallık edip güneş kremi de sürmüyoruz, ilk gün sürdük sonra boşladık güneş kremini de, bugün yandığımız gibi hiç yanmadık sanırım, kollar kapkara oldu ama eller eldivenden dolayı bembeyaz. Komik bir görüntü. Ve tüneller başlıyor



312 mt.lik kısa bir tüneli geçtikten sonra


Asıl beklediğimiz tünel geliyor. Bu tünelden önce bende yedek bir çakar vardı onu da Tamer'in kaskına takıyoruz, ikimiz de çakarları açıyoruz. Tünele girmeden önce yan yola sapıp yavaşlayan bir sürücü bize tünelin yasak olduğunu söylüyor. Aldırmıyoruz, kafaya koyduk bu tünel geçilecek. Türkiye'nin en uzun tüneliymiş bu arada, Ordu Nefise Akçelik Tüneli, 3820 mt. Tünele girerken saate bakmıştım 16:29'du, çıkışta baktığımda 16:36, 7 dakikada geçmişiz tüneli. Tünel ya eğimsiz ya da hafif aşağı eğimliydi, girişte hızımız 20-22 civarındaydı, tünel içinde 30-35 civarında seyrettik. Tünel içinde araçların hepsi saygılı davranıp sol şeritten geçti, çakarlardan dolayı erken farkedilmemizin payı da büyüktür sanırım. Son 500 mt.de ben atağa geçtim, pedala asıldım, tünelden çıktığımda hızım 45 civarındaydı. Çıkışta büyük bir iş başarmış gibi ellerimi havaya kaldırıp bağırıyorum, epey heyecanlıydı.


Sonrasında 3 kısa tünel daha geçiyoruz.




Sonra denizi görüp Perşembe tarafına sapıyoruz, Uzun Saçlının Yerine gitmek için.


Ana yoldan ayrılınca rampalar başlıyor, epey dik rampalar, bir süre çıktıktan sonra bisikletleri ele alıyoruz. O rampa bitiyor, sonra inişi var, inişlerde 45-50ile iniyoruz, tabi bu inişlerin geri dönüşte bir de çıkışı olacağını düşünmeden edemiyoruz.


Bu şekilde 2-3 sağlam çıkış inişten sonra Medreseönü diye bir yerde Uzun Saçlının Yeri.


Abimiz baya rahat, bizle pek ilgilenmedi. Biz de biraz oturup dinlendik, bir süre sonra buraya sırf çay içmek için yolu uzatarak geldiğimizi söyleyince çay demledi bizim için. Normalde Ramazan olduğundan gün içinde demlemiyormuş pek.


Çayı gerçekten güzel, yolu bu tarafa düşenlere kesinlikle uğrayıp içmelerini tavsiye ederim. 6 bardaklık demliğe 15 TL veriyoruz. Bana yine de Of'ta fabrikada içtiğimiz çay sanki biraz daha güzel geliyor, bedava olmasındandır belki de :)


Hesabı öderken çadır kurabileceğimiz bir yer soruyoruz, geldiğimiz yöne geri dönerken ilk rampayı çıktıktan sonra Belicesu diye bir yeri söylüyor. Biz de hadi bakalım deyip son bir kuvvetle pedallara asılıyoruz, fakat oranın girişini pek beğenmiyoruz. Biraz ileride bir tane daha plaj girişi var ama yolu o kadar dik ki, araba bile zor çıkar, hem de soruyoruz, yılan vardır burda diyorlar, şu son rampayı çıktıktan sonra aşağı salınca Fatsadasınız diyorlar, biz de yine son bir kuvvetle rampayı çıkıp Fatsa'ya pedallıyoruz. Bu arada güneş batmak üzere.


Fatsa'ya geliyoruz.

Girişte bir benzin istasyonuna çadır kurabileceğimiz bir yer soruyoruz. Onlar da Fatsa'nın içinde yoldan devam edince Dolunay diye bir yeri tarif ediyorlar. Çam ağaçları ve plaj varmış. İyi deyip pedallara asılıyoruz. Fatsa'nın içindeyken akşam ezanı okunuyor. Yoldan geçerken bir plaja çadır kurmuşlar fakat girişini kaçırdık, Dolunay'a devam diyoruz, fakat daha gelmeden deniz kenarında açık havada bir restoran görüyoruz, girip bir şeyler yiyelim diyoruz. Yumurtalı kıymalı pide söylüyoruz. Fatsa pidesiymiş, bu bölgedeki her ilçenin de pidesi meşhur :) Yumurta ortasına kırılmış ama dilimlenmiş, gayet lezzetli. Sonrasında ikram olarak karpuz geliyor. Karnımız doyuyor ama epey bir performanslı sürüşün üstüne deniz kenarında rüzgarda üstümüze bir şey almadan oturduğumuzdan biraz üşütüyoruz bu mekanda. Mekandan çıkarken kalacak yer sorduğumuzda onlar da gerideki yeri söyledi ama bizim geriye dönmeye hiç niyetimiz yok, ileride Dolunay var diyoruz nasılsa. Gidiyoruz ama Dolunay dedikleri yer de otel çıkıyor, yardımcı olmuyorlar. Tamer de ileri devam edelim bir benzin istasyonu buluruz, yoksa da Ünye'ye kadar gideriz gerekirse diyor, tamam deyip, ön far arka çakarı da yakıp çıkıyoruz yola.

Biraz gittikten sonra ileride karşı tarafta bir Petrol Ofisi görüyoruz. Yeni açılmış daha. Karşıya geçip görevlilere durumu anlatıyoruz, biz bir şey diyemeyiz, patron burada diyorlar, patrona iletiyorlar, patron çok anlayışlı davranıyor, çadır kurmamıza izin veriyor. Gerekirse duş da alabilirsiniz diyor ama biz zaten üşüttük biraz, hem yorgunluk da var hem de daha da üşütmeyelim diye duş almıyoruz. Çadırları kurup yatıyoruz direk.

Bugün en zorlu ve en performanslı gün oluyor bence. Yakıcı sıcakta rampa tırmanışları, en uzun tünel geçişi, sonrasında 100 km.yi geçmiş olmamıza rağmen Uzun Saçlıya gitmek için rampa iniş çıkışlar, tüm bunlar üstüne hem tur içindeki hem de kişisel olarak şimdiye kadarki günlük en fazla km.yi yapmış oluyoruz, benim saatim 155 gösteriyor. Buna rağmen pedalladıkça açılıdık sanki, son yemekte üşütmesek Ünye'ye kadar rahat gidebilirdik.

Tur boyunca toplam km: 685,17
6. gün yapılan km: 155,01
Teker dönme süresi: 9 saat 6 dk.
Ortalama hız: 17,02
Max hız: 52,92 (Uzun saçlıya giderken)





6. günün haritası