13 Temmuz 2011 Çarşamba

Ayvaini Mağarası

2006 Ağustosunda EMAK ile katıldığım son faaliyet olan Ayvaini Mağarası faaliyeti ile ilgili yazım;

Bir Ağustos gecesi Ankara’dan bindim, yol 5,5 saat sürdü, sabah 6:30’da Bursa’ya indim. Bursa’ya ilk gidişimdi bu arada. 1 saat kadar oyalandım, kahvaltılık bişeler yaptım, 7:30 gibi Sarp geldi. Sarpla oturduk konuştuk biraz, İstanbul'dan 2 arkadaş daha gelecekti (Dilay ve Beyza). İzmir'deki ekip de kiraladıkları minibüsle sabah erkenden yola çıkacaklardı. Biz M. Kemalpaşa civarında buluşup oradan birlikte mağaraya devam edecektik. Fakat İzmir ekibi başlarına ufak bi kaza geldiği için gecikeceklerini söylediler, biz de kendi çabalarımızla gidebileceğimiz yere kadar gitmeye karar verdik. 10:15 de M.Kemalpaşa arabasına bindik. M.Kemalpaşa’ya varınca mağaranın yakınlarında olan Kazanpınar, Ayva, Doğanalan köylerinden birine gidebilecek bir araç aradık. Bu köylere yakın Alibeyköyüne günde 1 minibüs çalışıyormuş, o da 2 gibi kalkacakmış, biz de o saate kadar biraz dolandık, karnımızı doyurduk. 2 gibi minibüse bindik, 15:30 gibi köye vardık ama İzmir ekibi hala yoldaydı. Birkaç saat de köyde geçirdik. Sanırım 6 gibi İzmir ekibi ile yolda buluştuk. 


6 kişilerdi (Arda, Serkan, Gökhan, Serdar, Tansel, Betül). Biz de minibüse doluştuk, bir de rehber amca aldık yanımıza mağarayı göstermesi için. Mağaranın giriş ağzının 200 m. kadar yukarısında araçların içine kadar girebildiği bir kamp alanı vardı. Aracı oraya bırakıp mağaranın ağzına baktık. 



Giriş ağzı kocamandı, yüksekliği 6-7 metre vardı sanırım. Kampa geri gelip çadırların falan kurulmasına başladık, o arada Arda, Sarp ve ben hava kararmadan mağaranın çıkış ağzını da görmek için Ayva köyüne gittik. Orada köyden bir çocuk bize rehberlik etti. 



Çıkış ağzına varmak için 250-300 m. yürümek gerekiyor ama patika bir yerde çok dikleşiyor ve küçük taşlardan dolayı kayıyor. Çıkış ağzı da en az giriş ağzı kadar büyüktü. Mağara Doğanalan ve Ayva köyleri Kazanpınar diye 20 haneli küçük bir köyün yakınlarından bir yerden başlıyor, 5,5 km. kadar gidiyor, Ayva köyünden de çıkıyordu. Kamp yeri giriş ağzına yakındı, dolayısıyla mağaradan çıkanları minibüsle almak gerekiyordu. Bu arada köyde ve kamp yerinde telefonlar az da olsa çekiyordu. Dolayısıyla çıkan ekipten haberdar olabilmemiz için mağaranın çıkış ağzına bir telefon bırakıldı. Sonra Ayva köyünün buz gibi suyundan doldurup kampa döndük.

Mağaraya 4 grup halinde girilecekti. Bir grubun mağarada kalma süresi yaklaşık 5-6 saatti. Çıkan ekipler köyden minibüsle alınacaktı. Ama çıkış ağzı ile köy arasındaki dik ve dikenli çalılı patikadan botları taşıma problemli olacağından ekiplerin karşılıklı olarak girmesine karar verildi. Yani ilk ekip normal şekilde girecek, çıkış ağzından çıkacak, 2. ekip çıkış ağzından girecek giriş ağzından çıkacaktı. Böylelikle hem botları taşıma zahmetinden kurtulacak hem de zaman kazanacaktık.



İlk ekiple beraber ben de mağaranın ağzına gittim. Bolt çakılması babanın alınması derken vakit geceyarısını geçmişti. Ekibi tamamen gönderip kamp yerine geldiğimizde İstanbul ekibi gelmiş, çadırlarını kuruyordu. (Levent, Sinem, İsmail, Taisia, Mehmet, Nilüfer, Emre Akoral) Onların çadırları kurması vs. derken saat 3’ü geçti. İlk ekibin 6 gibi çıkması bekleniyordu, dolayısıyla 2. ekip o saatte hazır olmalıydı. Ama Levent ve Sinem yoldan geldikleri için yorgundular ve o saatte kalkamayacaklarını söylediler. O yuzden onların girişini 8’e aldık ama yine de 6’da köye gidip ilk ekibi karşılayacak birileri lazımdı. Sabah 5.30 gibi Tansel ve ben minibüsle köye gidip beklemeye başladık. 1,5 saat bekledik. 7.30 olmasına rağmen hala kimse yoktu. Biz de 2. ekip zaten 8’de hazır olacağı için tekrar kampa dönüp onları almaya karar verdik. Eğer ilk ekip çıkarsa 2. ekip normal şekilde girecekti, 8’de çıkmazlarsa bi problem olma ihtimaline karşı 2 ekip yine girecekti, o yüzden yedek botu da yanımıza aldık. Hazırlıklar yapılırken o sırada ilk ekipten telefon geldi. Biz de zaten hazırdık. Ben 2. ekibi köye bıraktım, köy meydanında tulumları değiştirdiler, ilk ekibi de tekrar kamp yerine getirdim. İlk defa minibüs kullandım, kamyon gibi, kullanması zevkli ama.


İlk ekiple kamp yerine geldik. Üstlerini değiştirdikten sonra kahvaltı yaptık. Kahvaltıyı yaparken İzmirden Levent A. İle Sevgi geldi. Onlar da kamp yerini kolayca bulmuşlar. Ben son ekipte olduğumdan en iyi ihtimalle akşam 10 gibi mağaraya girecektim. Gece de sadece 2 saat uyuyabildiğim için gün boyu matı serip kampta gölgede yayıldım, uyuyamadım ama. 2. ekip (Sarp, Dilay, Levent, Sinem) beklenen saatten erken çıktı, 3,5-4 saatte mağarayı tamamlamışlardı. 3. ekip 5 kişiydi (eskiler: Mehmet, Nilüfer, Emre Akoral, Gökhan, Serdar) 3. ekibin çıkması da beklenenden erken oldu. 10 gibi çıkmalarını beklerken onlar 8 gibi kampa geldiler. Normalde mağaranın çıkış ağzındaki telefonla bize haber vereceklerdi ama telefonu birileri almış sanırım, o yüzden köye varıp birilerinin telefonundan kamptaki kendi telefonlarını aradılar ama yabancı numara olduğundan kimse açmadı, onlarda köyden bi taksiyle kamp yerine geldiler. Biz o arada akşam yemeğini yiyorduk. Yemekten sonra mağara için hazırlıklarımızı yaptık. Son ekip olduğumuzdan, sabaha kadar da epey bi vakit olduğundan fazla acele etmiyorduk. Diğer ekiplerin hepsi mağara uzun olduğu için, geriye ne kadar kaldığı vs. de bilinmediği için mağarayı mümkün olduğu kadar hızlı geçmişti. Ama bizim acelemiz olmadığı için fotoğraf çekmeye de zaman ayırabilecektik.


Saat akşam 10 Arda ve Sarp minibüsle bizim ekibi (Ben, Tansel, Levent A., Sevgi) köye bıraktılar. Gecenin karanlığına göre patikadan mağarayı bulmak çok da zor olmadı. Kısa dinlenmelerle 10:30 da mağaranın ağzındaydık. Kırmızı botu çıkışa bırakmışlardı, onu indirip bir sırt çantasına koyduk. Telefonun olup olmadığını kontrol ettik ama yerinde değildi. Girişten biraz içeri yürüdükten sonra balçıklı bir göl başlıyor. Göle girmeye gerek kalmadan kenardaki balçıklardan geçilebiliyor. 


Zaten bir önceki ekip botları bu gölün ilerisinde bıraktıkları için burayı başka türlü geçme imkanı yok. Balçıklı gölden sonra mağara tamamen kuru ama güzel oluşumlar var. 


Bazı yerlerde tavanı tamamen sarkıtlar kaplıyor, bazı yerlerde traverten benzeri oluşumlar. 


Yarım saat kadar daha yürüdükten sonra botların bırakıldığı yere geldik, bu da göllerin başlangıcı demek oluyordu. Tanselle ben bir botu, Levent ve Sevgi diğer botu kullandılar. Suyun dere gibi azaldığı yerlerde doğrudan yürüyerek geçiyorduk, göl olan yerlerde yanda tutunarak, basarak geçecek kadar yer varsa önce orayı deniyorduk, yoksa boyu geçip geçmemesine göre bota biniyorduk. Bota binip inmesi zaman kaybettirici olduğu için bel seviyesini geçmeyen gölleri yürüyerek geçtik, su bel seviyesini de aşıyorsa bota biniyorduk. Böyle böyle sayılamayacak kadar göl geçtik.

İlk suya giriş biraz ürperticiydi. İlk başta su seviyesi yükseldikçe çizmelerde ayaklara buz gibi su girmeye başlıyor, yer yer bacak seviyesine, bel seviyesine kadar sulara girdik. Hatta ben bi ara göğüs seviyesine kadar girdim. Mağaranın içi zaten soğuk bir ortam, su da çok soğuk, o kadar ki, girer girmez titremeye başlıyorsun, hatta sudayken ve çıktıktan sonra benim konuşmam titrememden dolayı anlaşılmıyordu.




Epey bir göl geçtikten sonra tavan alçalmaya başladı ve yaklaşık 1 m. yüksekliğinde bir tünel oldu. Tünelin üst kısmındaki kayalar tamamen pürüzsüz. Tünelin içinde biz botun üstünde kürek çekerek ilerliyoruz. Kafamızın hemen üstünde tavan, yer yer baretimiz tavana çarpıyor. Hatta bir yerde tavan o kadar alçaldı ki geçmekte zorlandık. Şayet su seviyesi biraz daha yüksek olsaydı geçmek imkansız olabilirdi, ya da küçük bir sifon oluşabilir, bizim de dalarak geçmemiz gerekebilirdi.




Gölün bittiği bir yerde yan tarafta yaklaşık 3 m. yüksekliğinde bir boşlukta bir sürü yarasa uçuşuyordu, ilk gördüğümde bir tanesi o kadar yakından geçti ki korktum ilk başta. Sonra makinemi çıkarıp uzaktan çekmeye başladım. Mesafe fazla olduğu için flaşın çok zarar vereceğini düşünmedim. 




Birkaç poz çekmiştim ki bir yenisini çekerken yarasanın biri tam flaş patladığı anda o kadar yakın geçmiş ki, tesadüf eseri, yakın plan çok güzel bir yarasa fotoğrafı yakalamış oldum. Çekerken rastgele deklanşöre basmıştım ama çektikten sonra ekranda görünce “ohaaa” tepkisi verdim, gören herkes de aynı tepkiyi verdi.



Bu şekilde bir 3 saat kadar yol aldık. Her ne kadar botla göl geçmesi vs. zevkli olsa da bu da bir yede kadar, insan artık ne zaman bitecek diye düşünmeye başlıyor. Diğer ekipler mağaranın ilk başında (biz tersten girdiğimiz için sonunda) yarasa pisliğiyle dolu iğrenç bir boklu gölün olduğundan bahsediyorlardı. Ama aynı göl bizim için mağaranın bittiğini haber veren bir müjdeciydi. Fazla acele etmeden, çok kısa molalar dışında hiç ara vermeden saat 02:30 gibi mağaranın sonuna gelmiştik. Botların havasını indirmemiz, malzemeleri toparlamamız, çıkış yapmamız derken en son benim çıkıp kamp yerine gelmem 03:30’u buldu. Üstümü değiştirip, elimi yüzümü yıkayıp çadıra gireyim derken 4 oldu.


4 saat uyumuşum, sabah 8’de uyandım. Zaten güneş doğup da çadıra vurunca içeriyi hamam gibi ediyor. Ben de kendimi dışarıya bir gölgeye attım. Derken millet de yavaş yavaş uyanıp çıkmaya başladı. Sonrasında kahvaltı falan halledip toplanmaya başladık. Malzemeleri, çadırları toplamamız 12’yi buldu. Araçlara yerleşip önce bir köye gidip kahvede 15-20 dakika oturduk, çay içtik, genel bir değerlendirme yaptık. Sonrasında da İstanbul ekibiyle bir sonraki faaliyette görüşmek üzere vedalaştık, onlar araçlarıyla ayrılırken biz de İzmir ekibinin minibüsüne bindik. İzmir ekibi bizi (Sarp ve ben) Akçalar beldesinde bıraktı. Biz de onlarla vedalaşıp Bursaya geçtik. Benim planım o akşam Bursa’yı gezip gece otobüse binmekti ama yolcu yolunda gerek diyerekten akşam 5 arabasına binip gece Ankara’ya vardım.

Hiç yorum yok: